13 Mart 2013 Çarşamba

GÜLE GÜLE...

3 yıl önce annem için bir yazı yazmıştım bloğa. 81 yaşındaydı annem 3 yıl önce. Aynı anda yaşlanmaya bağlı bir çok hastalık belirtisini birden göstermeye başlamıştı. O zamanlar bu belirtileri tamamen yaşlılığa bağlı panik ataklar ve depresyon gibi görürken, zamanla bunların demansının erken bulguları olduğunu anlayacaktık. Demans yavaş yavaş insanın zihinsel faaliyetlerinin ve daha sonra da bunlara bağlı yaşamsal faaliyetlerin zayıflaması demekmiş, öğrendik...
O zaman yaptıklarının komik taraflarını görerek, bunları her zaman kendince muzurlukları olan annemin yeni muzurlukları gibi algılayıp, onun bu çocuksu takıntılarına, korkularına, panik ataklarına kendimizce ayak uydurmaya çalışıyorduk.
Ne tam ona bir şey söylemeye çalışırken bir anda yerinden kalkıp yürümeye başlaması ve bizim panik olup ''ne oluyor yahu niye bu birdenbire fırladı şimdi'' derken, onun sadece yürüme vakti geldiği için kafasına taktığı adımları atıyor olması, ne akşamüstü 5 de yiyeceği şeftalinin nasıl soyulması gerektiğini sabahtan itibaren defalarca tarif ediyor olması, ne de sokağa her çıkışımda eve varır varmaz ona telefon etmemi tembihlemesi, ki her seferinde çıktıktan on dakika sonra bunu unuttuğu için arayıp söylemiyordum, bize o çocuksu paniğin ilerde onu nasıl bir insan haline getireceğine dair bir fikir vermiyordu.
Beş dakika yalnız kalamıyor, koltuğunun yanına koyduğu çalar saatine bakıp tuvalette kaldığımız saati hesaplıyor, biraz uzayınca hemen bizi çağırmaya başlıyordu. Hatta o küçük telaşlı adımlarıyla sonunda tuvaletin kapısına kadar gelip, niye hala çıkamadığımızı soruyordu. Biz de her seferinde aynı açıklamayı yapıyorduk:'' daha bitmedi anne!''.
Sabah kahvaltı tabağına konulacak 3 zeytin kazara dört oldu mu, bunu tekrar tekrar tembihlemesi günler boyu sürüyordu.
Gün geliyor sabırla onun bu takıntılarına katlanıyor, gün geliyor sinirden dönüp bir yerlere kafa atasımız geliyor, gün geliyor onun bu halleriyle gülüp eğlenebiliyorduk.
Annem 3 yılda konuşmayan, bizleri neredeyse hiç tanımayan, o küçük adımlarını hiç atamayan, yatağından kalkamayan bir hale geldi. Yiyeceği şeylerin adedine ve hazırlanışına takıntı yapmak yerine, yemek yemeği unuttu. Yutmanın nasıl bir şey olduğunu unuttu, öyle ki beslenmesi için başka yollar aranmaya başlandı.

Annem yalan söylemediğim tek insandı. Çünkü beni her ne olursa olsun, olduğum gibi kabul eden tek insandı. Hatta çoğu zaman suç ortağımdı.
Sevginin kurallarda değil kalpte olduğuna inanırdı. Küçük muzurluklar yapar, yaşına rağmen çocuk gibi benle uğraşırdı. Asla kızgın kalamaz hemen affederdi. Ondan aldığım en önemli özellik de bu oldu. İki güzel söz, bir gülücükle affedemeyeceğim insan yok bu hayatta...
Annemi 84 yaşında kaybettim. Çoğu insan için annesinin 84 yaşına kadar yaşaması bir lütuf. Ama anneye yaşı kaç olursa olsun doyulmuyor. Aklı hala başındayken, bilinci hala yerindeyken ''benim hala sevgiye ihtiyacım var'' demişti. Bilinci yerinde değilken de bu sözlerini unutamadım. Bu hayattaki son yarım saatinde elini o yüzden bırakamadım.
Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ne kadar kibirli, ne kadar bencil, ne kadar güçlü olursak olalım, sevgiye ihtiyacımız var. Elimizi tutacak birileri varsa bu hayatta gerçekten bir şeyler yapabilmişiz demektir, gerisi sadece boş laf, egomuzdan bozma saçmalıklar...
Annemi sevgiyle uğurladık, o da huzurla gitti. Yolu açık olsun...