27 Aralık 2011 Salı

TEHLİKELİ AKLIN SABUKLAMALARI....

TVde Levent Kazak tarafından hazırlanan ''Heberler'' programına birşeyler yazmam istenseydi, muhtemelen böyle bir şey yazardım ama maalesef bu yazacaklarım bir mizah programının metni olmaktan çok uzak! Ama aynı zamanda başka bir şey olamayacak kadar da trajikomik!
Hani Fransa bir yasa çıkardı, hop oturuldu, hop kalkıldı, çok tartışıldı, yüreğimize oklar saplandı, arkamızdan vurulduk, öldük öldük dirildik, zamanında öldürülen herkesten daha fazla acı çektik!
Bu konuda herkes bir şey yazıyor, çiziyor da, bu sabah okuduğum bir yazıda yazanlar sonrasında, insan zekasının ilerililiğinin ve aynı zamanda geriliğinin, cinliğin ve salaklığın ve becerinin ve beceriksizliğin aynı anda olduğu, gerçekleştiği vuku bulduğu bir duruma şahit olmanın dayanılmaz ağırlığını yaşıyorum.
Şimdi yazıyı yazanın kim olduğu önemli değil ancak bu eleman bayağı bir çalışmış (wikipedya araştırmasını çok iyi yapmış), ve muhteşem bir şey yakalamış. Şu ermeni sorununu, sorunsalını, problemini kökünden çözecek bulguları elde etmiş. Herkes daha yerinde sayadursun bu zat, uğraşmış ve bulmuş! Hem de kaynak olarak sadece wikipedyayı kullanarak! Zaten eskiden bunu keşfedememiş olmanın sebebi bence ''eskiden wikipedya mı vardı be kardeşim'' cümlesiyle çok net açıklanabilir.
Eleman tezine şöyle başlıyor: '' Eskiden biz kendimize Türkiye diyorduk ama İngilizler bize ''Turkey'' demeyi seçtiler! Yani hindi bizim topraklardan Avrupaya yayılınca bize Turkey demeye başladılar. Yani bizim adımız hindiden gelmiyor, onlar bu garip hayvancağızı bişeye benzetemeyip bir isim üretemiyorlar ve ona geldiği yer olan Turkey diyorlar'' (Şu zavallı ingilizlerin akıl kıtlığına bir yanalım önce, dünyadaki binlerce çeşit hayvana isim bulmuşlar ama şu güzide Türkiyeden kaçan hayvana bir isim bulamamışlar!) Biz de böylece hindinin isim babası olup onunla özdeşleşmişiz.
Şimdi konu neydi ne oldu, ermeni sorunundan girip hindiye nasıl geldin, diyebilirsiniz ama biraz sonra yazacaklarım bir şeye nereden girip nereye varma konusunda, hepimizin en ince saç telini bile titretecek bir durumla karşı karşıya olduğumuzu hepinize gösterecek merak etmeyin!
Eleman tüm semantik ve linguistik bilgilerimizi sorgulatacak yeni bir açılımla çalışmasına devam ediyor ve ''Türk'' sözcüğünün kökü ile arapçadaki ''terk'' sözcüğü aynı kökten türemiştir!'' diyerek bize yeni bir ufuk açıyor. Buradan da ''talking turkey, cold turkey deyimlerine gönderme yaparak, bunların bir şeyi terketme, birine bir şeyi bırakma anlamına geldiğini söylüyor.
Buradan çiftleşen hindilere atlayıp genelde toplu halde çiftleşmeye giden hindilerin güçlü olanın aktif hale geldiği bir çiftleşme yaşarken, arada güçsüze de hak tanıyıp ''dişi'' bıraktığı mesajını alıyoruz. Yani hindiler kendileri için en önemli konudan bile arada sırada vazgeçebiliyorlar.
Buradan nereye çufçufluoyoruz peki? Türk, terk, turkey, hindi derken elemanımız diyor ki, Türkler bırakır, vazgeçer kendileri için sonuçta kötü olacağını düşünseler bile bir şeyi bırakabilme yetisine sahiptirler''
Ay yazarken bir şeyler olmaya başladı bile bana, soldan soldan mı geliyor, tünelin önünde ışık mı gördüm, anlayamadım henüz ama gözümün önünde bazı şimşek çakmaları yaşamaya başladığımı söyleyebilirim.
Ama dayanmam gerek çünkü dahası var!
Eleman buradan yola çıkarak, Ermeniler ile Türkler arasındaki farka atlıyor ve diyor ki, ''biz Türkler geçmişimizi geçmişte bırakma becerisine sahipken Ermeniler geçmişlerini geleceğe taşıyorlar''
Yani Türk ve terk aynı kökten bu yüzden biz bırakıyoruz!
Yani Hindi, yani ingilizlerin isim veremediği Turkey çiftleşirken bile ''si...ş'' hakkını arada güçsüze bırakabiliyor
Yani o yüzden Turkey ismi Hindiye cuk oturmuş
Ya da hayvanlara Turkey dendiktenten sonra adını aldıkları ulusa yakışır birer hayvan olma yolunda gururla çiftleşiyorlar
Yani Ermeniler sözcük köklerinde ''bırakma'' gibi anlamlara sahip olmadıkları için geçmişi bırakamıyorlar
Ya da onlar Ermeni zaten, kelime kökü ne olursa olsun Türk olmadıkları için bırakamazlar (genetik yani)
Zaten geriye bakma ileri bak, geçmişte yediğin naneleri unut, boşver gitsin! Unutamayanlar düşünsün, hatta psikoloğa gidip geçmişleriyle hesaplaşsınlar
Bir de Hindistan var onu da ben uydurdum
Hindistan türkiyeden giden hindilerin kurduğu bir ülke olabilir mi?
Onlar nasıl çiftleşiyorlar acaba, toplu mu yoksa tekil mi?
Arada birbirlerine bir şeyleri peşkeş çekiyorlar mıdır sizce?
Ermenilerle bir alakaları var mıdır?
Ermeniler çiftleşirken çok mu bencil oluyorlar?
Hindi ve Ermeni arasındaki ortak nokta Türk müdür?
Türkler unutur mu, bırakır mı, gider mi?
Ermeniler ne yapar?
Bir gün bir Hindi, bir Türk, bir Ermeni ve bir Hintli bara girmiş...hadi leennnnnn hepinizi şimdi!!!!!

1 Aralık 2011 Perşembe

SEVMİYORUM İŞTE!!!

Artık aşk yok çünkü herkes kendisine aşık!
 
Çok uzun zaman önce okuduğum bir yazıda bunu not almışım. Yazardan binlerce defa özür diliyorum, çünkü adını yazmayı unutmuşum! Ne büyük saygısızlık! Ben böyle güzel laflar edeceğim, birileri nemalanacak, ama adımı bile anmayacak! Yani bu durumda, kendimle bu yazıyı yazıp yazmama konusunda oldukça büyük bir mücadele verip, sözcükleri arka arkaya googlelayıp, yine de yazanı bulamayınca, bari ''sözlerim birileri tarafından değerli bulundu'' diye sevinir avuntusuyla, sonunda yazmaya karar verdim.
 
İlk satırdan başlamak gerekirse, aşkın zaten çok bireysel yaşanılan bir duygu olduğu ile ilgili tüm saygıdeğer filozoflar ve de konuyla ilgili çalışan psikologlar aynı fikirdeler. Yani aşkı yaratıyoruz, yaşıyoruz tüketiyoruz vs, ama bütün bunları, aşkın nesnesini sadece kullanarak biz yapıyoruz. Kafamızdaki tanımı karşımızdakine yansıtmak, çoğu zaman da dayatmaktan başka bir şey yapmıyoruz.
 
Zaten aklımız başımıza gelip de, rüyadan uyanınca neleri kafamızda ne kadar eğip büktüğümüzü de görmüş oluyoruz. Bazıları bu rüya durumuna +/- 3 yıl diyor. Bence bu uyku bağımlılığıyla doğru olarak değişebiliyor. Kimisinin rüyası 15 saniye, kimisi ise Cristopher Nolan bey'imizin ''inception''da buyurduğu üzere, bir ömür olabiliyor. Yani kısaca katmanlaşma meselesi diyebiliriz buna.
 
Ne kadar rasyonalizasyon becerisi, o kadar katman, o kadar rüya, o kadar mutluluk...Denklem basit de uygulama biraz ağır!
Sonuçta yine geldiğimiz nokta, aşkın ömrünün bireyde bittiği veya uzadığı durum oluyor.
 
Ama adı bilinmeyen daha doğrusu hatırlanamayan yazarımızın aşk derken, belki de anlatmak istediği çok daha geniş bir kavram olan ''sevgi'' olabilir mi, diye düşünüyorum. Yani kimse artık kimseyi sevmiyor, çünkü herkes kendini seviyor deseydik biraz daha anlamlı olur muydu?
 
Ben yine oturduğum yerden ahkam kesme modunda olaraktan ''olurdu'' diyorum.
İnsanlara kendilerini sevmelerini sürekli öğütleyen bir sistem içinde yaşıyoruz. 
''Sev, kendini!'', ''Sen bir tanesin'', ''En değerli sensin!'', ''...ir et başkalarını!'' ''Kendini sevmenin 999 yolu!'', vb gibi bir sürü kitap, program terapi her yanı sarmış durumda! Şöyle bir kitapçıya gittiğiniz zaman kafayı bir kaldırıyorsunuz, her yer bu kitaplarla dolu.
Valla ben biraz utanıyorum kitapçıda. Vay ben neymişim yahu diyerek kafayı montumun yakaları arasına gizleyip, atkıyı biraz daha yukardan bağlayıp, ''yok yok abartıyorsunuz canım valla çok bi şiy değilim yani'' edalarıyla, dar atıyorum kendimi dışarı. 
Herkes kendini sevecekmiş kardeşim!
Niye? Çünkü insanız diye! Yani yanıt çok kolay!
İster yukarda birisi bizi insan olarak bu evrene gönderdi diye, isterse dna'larımız tesadüfi bir insan türü canlısı olarak bir araya gelip, sonunda bu hale evrimleştik diye mutlu olmalı ve kendimizi sevmeliyiz.
 
Sevgi doğada salt bulunan bir kavram mı, yoksa insanın bazı davranışlara atfettiği bir anlam mı, burası tartışılır, ama sevginin bir gaz bulutu gibi dolaşmadığı bir gerçek. Yani bir yerden türüyor sevgi. Eğer türettiğimiz yere de bazı değerler oturtamıyorsak, ortada kalıyor ve boşalıyor sevgi.
 
Yani herkesi sevelim de, niye sevelim? Herkese adil olalım, herkese eşit hak verelim, elbette bunlar tartışma konusu bile değil bence, ama herkesi sevmeyelim! Bırakalım sevginin değerleri sübjektif kalsın. Kendimizi de hakettiğimiz için sevelim ki, haketmek adına hayat boyu bir şeyler yapmaya devam edelim. Yoksa sadece ortaya çıktık, varolduk diye kendimizi sevmek biraz fazla narsistçe olmuyor mu? Narsizmin içi boş kutusuyla kendimizi sunmayalım.
''Kendimi seviyorum çünkü'den sonra söyleyecek iki çift sözümüz olsun.
Valla ben herkesi sevmiyorum, çoğu zaman kendimi de sevmiyorum ama o kadar çok sevmek istiyorum ki! En azından böyle avunuyorum...