30 Nisan 2012 Pazartesi

HAKLI ÇIKMA SANATI...

Son zamanlarda okuduğum muhteşem kitabın adı ''Eristik Dialektik''. Öyle adına bakıp ürkmeyin hiç de anlaşılmayacak veya sizi felsefenin derin sularında boğacak bir kitap değil. Adının fiyakasının yanısıra, tam da günlük yaşamın yansıması ''reality show'' tadında bir okumalık. Kitabın adının açıklaması olarak ''Haklı Çıkma Sanatı'' da diyebiliriz. Yazan kendi şahsına münhasır, pek karamsar, pek açıksözlü, ama dünyanın nimetlerinden pek faydalanamamış olmanın getirdiği öfkeyle, pek saldırgan filozofumuz, yüce üstat ''Schopenhauer'' beyefendi.
 
Bilen bilir belki ama, bu sevgili filozofumuz küçük yaştan itibaren özellikle annesi tarafından maruz kaldığı sevgisizlik sonrasında, kimseyi sevmeyeceksin!, hiçbirşey beklemeyeceksin!, hiçbir şey arzulamayacaksın! vs gibi, onemirvari bir liste çıkararak, okuyanları ''bari ölelim, bu hayat yaşamaya değmez!'' modunda bir ruh haline sokmuş ve hayattan bezdirmiştir; ancak biraz derine dalıp, o derin zekanın keşfettiği gerçekleri yakalamaya başladığınızda da, ''vay be! bu adam hayatın sırrını çözmüş, onunla ciddi ciddi dalga geçiyor'' kıvamına gelirsiniz ki, benim bu kitabı okurken hissettiğim durum da tam olarak budur.
 
Kitaba gelince, hergün yaptığımız sakin veya şiddetli, ılımlı veya ateşli bir sürü tartışmada bilinçli veya bilinçsiz olarak kullandığımız bir sürü taktiği oturup, çıkarıp, hesaplayıp yüzümüze vuran, bunu yaparken de, yüzsüzlüğümüzle dalga geçmemize neden olan son derece değerli bir çalışma. Açık açık, haklı olup olmamanın veya adaletin bir boka yaramadığını, önemli olanın sıradan insan için, ki hepimiz aynı kategoriye giriyoruz, tartışmadan galip ayrılmak olduğunu, zavallı egolarımızın tartışmalarda yenilmeyi kaldıramayacak kadar kırılgan olduğunu öyle güzel anlatıyor ki, basitliğimizle barışıyor, hırsımızla yüzleşiyor, bir de üstüne üstlük bundan hiç de utanmıyoruz.
Yani kısaca bu kitap için söyeleyebileceğim en önemli şey, hiç de ''politically correct'' (politik olarak doğru, diplomatik, ortayolcu, tavşan boku gibi ne akar, ne de kokar, kibarlık için kasan, bir yöntem ve konuşma şekli) olmadığıdır.
 
Kitabın içinde bölüm bölüm tartışmadan galip çıkma taktikleri anlatılmış, öyle ki, nerede yalan söylenmesi gerektiği, nerede yanlış kanıt sunulması gerektiği, nerede psikolojik baskı yapılması, nerede çekip gidilip (karşı tarafı piç gibi bırakıp), nerede anlamazdan gelinmesi gerektiği süper bir şekilde belirtilmiş. İşin enteresan tarafı, konuyu böyle ortaya koyunca çok çirkin görünse bile eminim herkesin mutlaka tartışma sırasında, zaman zaman uyguladığı bu taktiklerin işe yarıyor olması. Ama tabi ki üstat bu konuda kitabın sonunda gerekli uyarıyı yaparak, bu işe yarayan taktiklerin aslında genel bir kendini kandırma durumu olduğunu, komplekslerimizi yatıştırmaktan ileri gitmediği, o gün eve gelen ekmek misali karnımızı doyurduğunu, ama hayatımızı güvenceye almadığını anlamamızı da sağlıyor.
 
Özellikel son hile olarak anlattığı ''kişiselleştirme'' de geldiği nokta, tıpkı bir chef d'oevre, bir masterpiece, bir başyapıt!..
 
Diyor ki üstat,''..tartıştığınız kişinin üstün olduğunu görüp, haklı çıkacağını anladığınız zaman, işi kişiselleştirerek hakaret, saygısızlık ve kabalığa başvurabilirsiniz. Tartışma konusundan uzaklaşın çünkü orada oyunu kaybetmişsinizdir, tartıştığınız kişinin üzerine saldırın, konuya ait argümanlar üretmekten vazgeçip, karşınızdaki kişinin kişiliğine ait argümanlar geliştirin. Bu zaten herkesin çok kullandığı bir yoldur çok sevilir. Neredeyse bütün tartışmalarda vardır.  Peki biri size bu yöntemi uygulamaya kalktığında ne yapacaksınız?...''
 
Schopenhauer de herkes gibi aynı şekilde karşılık vermenin sonunda karakolda ve gazetede 3. sayfa haberi olarak biteceğini bildiği için bu yöntemi önermiyor. Onun yerine karşı tarafı çıldırtacak bir soğukkanlılığa bürünerek ve onun kişisel sataşmalarını duymazdan gelerek konu hakkındaki zaferinizin tadını çıkarın diyor.  Tabi bunun karşı tarafı çıldırtacağını da bildiği için, kibirinin tatmin edilmediği durumda, kendisine hiçbir haksızlık yapılmamış bile olsa, sadece tartışmada yenildiği için, işi kişiselleğe döken insanın ciddi bir yara alacağını, insanların ancak kendilerini başkalarıyla kıyaslayarak kibirlerini tatmin edebildiklerini, tartışmada yenilmenin bu insan için zihinsel gücünün başkalarının altında kalması anlamına geldiğini ve saldırmaya devam edeceğini söylüyor.
 
Eğer ortaya çıkacak olan bu kadar stresle başedemeyecekseniz en güzel yolu da tarif ediyor: ''İlk karşına çıkanla tartışma! Yalnızca iyi tanıdığın, saçmasapan şeyleri savunmayacak kadar anlama yetisine sahip olduğunu ve utanılacak durumlara düşmeyeceğini bildiğin kişilerle tartış! Otoritenin veya kendi egosunun dikte ettiklerine göre değil, nedenlere, gerekçelere dayanarak tartışmayı sürdürenlerle, sunulan nedenleri dinleyip dikkate alanlarla ve nihayet gerçeğe ve adalete, karşı tarafın ağzından çıkıyor olsa bile değer veren, kendisinin haksız olduğunu kabul edebilecek kadar adil olanlarla tartış. Demek ki, 100 kişi içinde tartışabilecek ancak 1 kişi bulursun, olsun sana yeter. Diğerlerini bırak onlar kendi aralarında konuşsunlar, bırak onlar kendi yanılgılarında anlaşsınlar. Sonuçta Voltaire'in dediği gibi: ''La paix vaut encore mieux que la verité'' (Barış hakikatten daha değerlidir)...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder