9 Ocak 2011 Pazar

SENİNLE İKİ DAKİKA!

İKİ, dakikada neler olur biliyor musunuz? Mesela bu yazıyı okumak, tam iki dakika sürse, veya birisi saçınızı iki dakika boyunca çekse, veya iki dakika boyunca kırmızı ışık yansa, veya iki dakika nefesinizi tutsanız!, birileri size iki dakika boyunca elektrik verse, veya ben iki dakika boyunca böyle örnekler vermeye devam etsem!!!

Dün bir dergide okuduğum bir yazıdan beri, bu iki dakika olayına feci takmış durumdayım. Sadece negatif tecrübeler açısından değil de, pozitif tecrübeler açısından da düşünebiliriz. Mesela lunaparkta en çok binmeyi sevdiğiniz alete, sadece 2 dakika binebilseniz, ya da serbest atlayışınız iki dakika sürse, ya da, kaydıraktan kayarken iki dakikada yere ulaşsanız, veya orgazmınız iki dakika sürse, ya da iki dakika boyunca sözünüzü kesmeden konuşmanıza izin verseler!..

Tabi ki, iş pozitif deneyimlere geldiği zaman, iki dakikanın nasıl geçtiğini anlamayız ve bu bize dünyanın en kısa süresi gibi gelebilir, ama bir de kendinizi, iki dakika boyunca filistin askısına bağlı ve bir yandan da uygunsuz bir tarafınızdan elektrik verilecek (bunun uygun bir tarafı var mıdır ki, zaten!) gibi düşünün, o iki dakika bir ömür olur ve sonunda hayat biter. Einstein da, görelilik kuramını buna benzer bir ifadeyle tanımlar: ''Elinizi sıcak bir sobanın üstünde bir dakika tutsanız, size bir saat gibi gelir. Güzel bir kızın yanında bir saat otursanız, bir dakika gibi gelir. İşte görelilik budur!''

Şimdi, baştan beri bu iki dakika geçer geçmez muhabbetine takılmamın sebebi, ıstakoz pişirmenin ve yemenin inceliklerini anlatan bir yazıda, yazarın, daha doğrusu tarifleri veren şefin, ''çok bilinen bir yanılgıya'' açıklık getirme çabasıydı. Efendim, ıstakozu canlı canlı kaynar suya attığınızda, pişerken çıkardığı sesler ve vıyk vıyklar, onun acı çığlıkları değil, kabukları arasına sıkışan havanın, kaynar su içine girince çıkardığı gıcırdama sesleriymiş. Çünkü ıstakoz, kaynar suya atıldıktan ''iki dakika'' sonra ölürmüş! 

Beni, canlı canlı kaynar suya atarsanız, sanırım çığlıklarımı iki dakika falan duyamazsınız, ses tellerimin o kadar dayanabileceğini sanmıyorum. Muhtemelen, kalın kabukları sayesinde, ıstakozun kaynar suda ölme süresi, biz insanlarınkinden herhalde daha uzundur. Öldükten sonra, bizim bir taraflarımızda sıkışmış havanın ne gibi sesler çıkaracağını da bilemeyiz. En fazla bildiğimiz sıkışan havanın suyun dışında, havaya karıştığında çıkan sesler ki, onlar da pek hoş değil tabii!

Bu durumda vicdanımızı rahatlatıp ıstakoz yerken, hayvanın görelilik kuramını ve buna ait farkındalığı bilmediğini düşünerek rahatlayabiliriz ve alt tarafı iki dakikayı, ıstakozu yiyip bitirene kadar geçen o kısacık süre olarak kabul edebiliriz.

Ya da, dünyanın en vahşi hayvanı olarak, bu kadar canlıyı binbir çeşit muamele ile öldürüp yemeği bir sanat haline getirmeyi başarmışken, buna kılıflar uydurup ''alt tarafı iki dakika canım sonrası hava cıva'', geyiği yapmadan, harbi harbi ne yediğimizi, nasıl yediğimizi ve neden yediğimizi kendimize itiraf edebiliriz. Ne yani, o ıstakoz da, adam olup yakalanmasaydı kardeşiiimmm!

2 yorum:

  1. burada onemli olan nokta durust olmak. sonucta insan etcil bir canli ve hayvanlari oldurup yiyor (istakoz, kuzu, dana, vs.) olduren dogrudan biz olmasak da bu besinleri tuketerek bu eylemin bir parcasi haline gelmis oluyoruz. bizim dogamiz bu..

    YanıtlaSil
  2. hah! işte tam da bunu yazmak istemiştim! Yani yiyoruz işte, ''öyle hava gıcırtısıymış içiniz rahat olsun'' gibi züğürt tesellilerine, bir de ''iki dakika canım'' muhabbetlerine gerek yok! Ne kendimizi, ne de başkalarını kandırmayalım, dimi ama:)

    YanıtlaSil