8 Şubat 2011 Salı

BİR ''FRIENDS'' NELERE KADİR!

Bir zamanlar TV'de Friends diye bir dizi vardı, çoğu kişi bilir, Newyork'ta yaşayan 6 arkadaşın komik serüvenleri ve ilişkileri...Dizi, tam da sabun köpüğü dediğimiz ama aynı zamanda suya sabuna dokunmayan! - ki, bu iki ifadenin aynı anda kullanıldığında nasıl bir çelişki yarattığını da, burada görme imkanı bulduk -  hoşça vakit geçirilen, eğlendirme amaçlı bir diziydi. Oturup sakin sakin kahkalar atmak yerine, bu dizide keşfettiğim bir duruma - öyle aman aman bir şey değil heyecanlanmayalım - bayağı bir kafa yormuştum. Sonuçta ''friends'' dizisinde bile kafa yoracak bir şey bulduğum için, o dönem, bir arkadaşım bana ''Penguen'' okumamı tavsiye etmişti.
Neyse, dediğim gibi üzerinde düşündüğüm şey, bu insanların birbirini inanılmayacak bir şekilde oldukları gibi kabul etmeleri, birbirlerinin özelliklerinden ve buna bağlı hatalarından zarar gördüklerinde, dehşetengiz bir şekilde, arada şımarıkça küsüşmeler olsa bile, her defasında dizinin sonunda büyük kucaklaşmalarla barışmalarıydı. Ayrıca karakter olarak da, birbirinden bu kadar farklı, ilgi alanları birbirinden bu kadar değişik (mesela birinin ilgi alanı dinazorlarken, diğerinin seks, öbürünün moda olabiliyordu) insanların bu kadar içiçe yaşamaları bende, ''hah kardeşim işte budur! farklılıklarımızı kucaklayalım, birbirimizi sevelim sayalım, çiçek, böcek olalım, bir kucaklaşıp herşeyi unutalım'' duygusunu tepeye vurdurmuştu. Onlar yapabiliyordu, yani kurgusal olarak!, yoksa ben de, anneannem gibi, TV seyrederken bir filmde, kendisini kötü adamlardan korumak için aşkını feda eden sevgilisine, haksızca bağırıp çağırıp, onu ''kötü kadın'' olmakla suçlayan adama ''oğlum oğlum görmüyor musun, onun bir suçu yok, seni çok seviyor!'' demiyorum, yani herşey kurgu biliyorum, henüz gerçeklikten kopmadım.
Neyse, bu herşeyi olduğu gibi kabullenme, ama yine de sevme durumu bende bir süre etkili oldu. Ben, ya da biz, biz derken bizim toplum, neden böyle yapamasındı ki! Neyimiz eksikti? Hata desen aynı, gerizekalılık desen bini bir para, sevgi desen, yer gök kelebek!
Ama anladım ki, bu herşeyi kabul etme ve benimseme durumunun çok önemli bir kuralı var! Bu kural beni gerdi, bozdu, dağıttı, darma duman etti! Bu kural '' yüzeysellik''. Yani bir insanla yüzeysel bir bağ kuracaksanız, o insanın ne olduğu, ne yaptığı, nasıl düşündüğü, ne dediği, nasıl davrandığı çok da önemli olmuyor. Çünkü yüzeysel bağlar sonucunda, en kötüsü fiziksel olarak etkilenebileceğiniz durumlara düşebiliyorsunuz, biraz mizah yeteneğiniz varsa, bir durum komedisi tadında olan biteni yaşayabiliyorsunuz. Ama bağlarınız yüzeysel değilde, derinse, o zaman duygular işin içine giriyor. O zaman yapılan şeyler biraz! canınızı acıtıyor.
Bir gün, bir arkadaşım bana geçmişte yaşadığı fiziksel acılarla ilgili örnekler veriyordu, benim ise pek oralı olmadığımı görünce, ''ne biçim insansın sen, bir tepki ver demişti'', ben de bilgece!, ''esas acı, fiziksel değil, ruhsaldır'' demiştim. Aman yanlış anlamayın fiziğimizin altında, uçup kaçan bir ruhumuz olduğundan değil, duygu ve düşünce dünyamızı oluşturan psikolojimizden söz etmiştim elbet! Şimdi bu yüzeysel ilişkiler ruhumuza (her seferinde açıklamayayım anladınız siz onu) dokunmuyor. Oysa derinden bağlar kurduğumuz zaman ruhumuzu savunmasız bırakıyoruz, o zaman da karşımızdakinin kim olduğu, nasıl biri olduğu, nasıl davrandığı çok önemli oluyor.
Ben buna bu bağın sorumluluğu diyorum, yani bu bağları oluşturan kişilerin birbirlerine acı çektirmeme, hatta biraz daha ileri gideyim, birbirlerini mutlu etme sorumluluğu. Ama bu konuda çok çeşitli fikirsel muhalefetle karşılaştığım oldu tabi ki! Yani ''herkes kendi bağından sorumludur kardeşim, sen de o bağı kurmasaydın!'' diyen de var elbet! 
Ah, insan kardeşlerim, bu bağlar piyangodan çıkmıyor. Ya biz karşımızdakini bu bağa değer görecek kadar salaklaşıyoruz, ya karşımızdaki oynuyor, ya da bu helva tutmuyor! (yoksa yoğurt muydu, neyse!)
Sonuçta, yüzeyselleşince, herşey yerli yerine oturuyor. Ben de derin bağ kurduğum veya kuracağım insanlara ''lütfen ya göründüğünüz gibi olun, ya da olduğunuz gibi görünün'' tabelasıyla yaklaşamayacağıma göre, bu konuda hapı yutmuş bir iflah olmaz olarak, ''ne olur, el vicdan, ruhumu acıtmayın'' desem bile, atı alan çoktaaannnn Üsküdarı geçiyor.
Yani bu yazının ana fikrini hala anlamadıysanız söyleyeyim: ''Herkesi olduğu gibi kabul etmek diye bir şey, ancak o ''herkesle'' su yüzeyi boyutunda ilişkilenirseniz olur. Derine dalmak her babayiğidin harcı değildir, değişmeyi, fedakarlığı hatta bazen çekişmeyi gerektirir, çünkü orada yaşam daha zordur.

3 yorum:

  1. Çok güzel bir yazı. Ben de çoğu kişiye mesafeli yaklaşırım. Aynen söylediğiniz gibi "yüzeysellik" kaygımdandır bu. Böylece onlardan gelen hiçbir şey yaralayıcı olmaz. Ama "dost bildiklerim" beni çoğu zaman "itin deliği"ne sokuverir. Tespitlerinize katılıyorum, ve bir sayfada çok güzel bir felsefi yazı çıkardığınız için ayrıca tebrik ediyorum.

    YanıtlaSil
  2. Yavuz bey, teşekkür ederim, okumak keyif verdiyse ne mutlu bana...

    YanıtlaSil
  3. Evlilik çoluk çocuk derken ilişkiler kaçınılmaz olarak yüzeyselleşiyor.Eski hayaller,paylaşımlar kalmıyor.Belki birkaç dostla yaşanabiliyor gerçek anlamdaki ilişkiler:(

    YanıtlaSil