17 Şubat 2011 Perşembe

TANIŞTIK; UYUŞTUK; SEVİŞTİK:))

Şu sıralar Haruki Murakami adında bir adamla tanıştım. Uzun zamandır ''Sahilde Kafka'' adındaki kitabına rastlıyordum, tam alacakken sanki bir şey elimi tutup ''daha sırası değil'' diyormuş gibi bir hisse kapılıp vazgeçiyordum. Geçen gün ''Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu'' adındaki yeni kitabını gördüm. Kim böyle bir kitap ismi görür de meraktan kudurmaz! Elbette aldım, meğer, önce bu kitap vasıtasıyla Haruki Bey ile tanışmam gerekiyormuş. Kader ağlarını böyle örmüş. Üstelik bir arkadaşımın, yazarın  ''Norwegian Wood'' adlı kitabını yaklaşık 3-4  yıl önce bana verip, ''sen seversin'' demesi ve benim de kitabı bir kez bile elime almamış olarak, başucumda bekleyen kitaplar silsilesinin içinde bir yerlere tıkmam da, bu kehaneti doğruluyor olmalı!
Uzun lafın kısası ben Haruki Bey'den çok etkilendim. Hem de, 15 yaşımda ilk defa Boris Vian'ın ''Pekin'de Sonbahar'ını okuyup, içine düştüğüm huşu duygusuyla aynı tadı yakalayarak, bir ''deja vue'' yaşadım. Pekin'de Sonbahar'dan sonra, ''Günlerin Köpüğü'' ve ''Yürek Söken'' ile devam ederek, ''insan'' denen türe hayranlığım arttı. Bu nasıl bir hayalgücüydü, bir soyutluktu ki, böyle şeyler üretebiliyor, yaşamın en garip sorularını, kuşbakışı görmek kadar bütün, ama bir o kadar da yorucu, detaylı haritasıyla ortaya dökebiliyordu. Eh, ''insan'' böyle şeyler çıkarabiliyorsa değerli olmalıydı.
Ardından Ursula Le Guin denen yüce hanımefendiyle tanışarak, önce ''Mülksüzler'', sonra da ''Gülün Günlüğü'' ile ''insan''a olan hayranlığım kat be kat arttı.
Beğendiğim ve keyif aldığım şeyler arasında benzerlikler bulmaya çalışarak bir çeşit tutarlılık oyunu oynamayı çok severim. Bu bir çeşit özkişilik  haritası çıkarmak gibi bir şey. Genelde davranışlarımda tutarlı olmadığım söylenir ama ben tutarlı, ancak prensip sahibi olmadığımı düşünürüm. İkisi arasındaki fark ise bence çok büyüktür.
Neyse, bu yazarlardan aldığım keyiflerdeki ortak imgeleri bulmak için düşündüğüm zaman, aklıma hemen Boris Vian'ın ''Yürek Söken'''indeki, insanların günahlarının diyetini ödemek üzere nehirde kürek çeken vicdan kayıkçısı ile, Ursula Le Guin'in ''Omelas'' adını verdiği, herkesin, ancak bir çocuğun karanlık bir odada kapalı kalarak ve sadece yaşaması için gerekli besini alarak, acı çekmesiyle, mutlak ve genel bir mutluluğu yakalayabildiği şehrin hikayesi gelir. Çocuk acı çektikçe tüm şehir her türlü felaketten korunur ve mutlu olur. Kayıkçı kürek çektikçe, insanlar suçluluk duygularından kurtulurlar. Birilerinin kendi vicdanı olmazsa, başkaları onların vicdansızlığının bedelini acılarıyla öder. Sistem de böyle devam eder.
Gelelim Haruki Amcamıza... Onda kürekçi, kayıkçı, ağlayan çocuklar falan yok, ama ''Dünyanın Sonu''diye adlandırdığı bir yer var ki, herkesin kendini kapadığı iç zindanların en güzel simgesi. Kendi irademiz, kendi kararımızla, insani özelliklerimizden vazgeçerek, korkularımızla ama sanki hiç bir şeyden korkmadan yaşadığımızı sandığımız, ama içten içe dışarısını özlediğimiz, bulduğumuz her çatlak ve oyuktan dışarıya bir göz atıp, havasını içine çekmeye çalıştığımız, ama tamamen dışarı çıkmaya asla cesaret edemediğimiz, bunu doğrulamak için de dışarıyı, hem kendimize hem başkalarına kötülediğimiz, ama ne olursa olsun dışarıdan bize sunulanı da ''istemem ama yan cebime koy'' tavrıyla yalayıp yuttuğumuz gerçekliklerimizi öyle güzel anlatmış ki!
Şimdi buradaki ortak konu ne diyeceksiniz. Hani diğer ikisinde vicdan vardı da, buradaki de zindan, alt tarafı bir ses uyumu! diyebilirsiniz tabi...
Bunun için herkesin kendi deneyimlerinden yola çıkarak bir bağlantı kurması gerekiyor. Ben kendi bağlantımda, dışarıya çıkamayacak kadar korkan insanların, dışarıya çıkabilip de ürettikleri duyguları etrafa yayan insanlardan beslendiklerini kurguluyorum. Duvardaki çatlaktan sunulan herşey alınabilir, nasıl olsa o çatlaktan içeriye bir şeyler sızdıracak kadar dolu birileri vardır öbür tarafta. Birileri başkalarının günahlarının acısını çeker, birileri başkalarının refahlarının bedelini öder, birileri başkalarının cesaretinin meyvelerini yer. Alın size ortak nokta!
Her yazar ile okuyucusunun arasında kişisel deneyimlerin, ortak veya çelişik hayat görüşünün, bireysel yaratılan gerçekliklerin alışverişleri olur. Benim Haruki Murakami (ben ona kısaca ''Hurakami'' diyorum) ile çok keyifli bir alışverişim var. Ancak prensip sahibi ve realistik bir ilişki değil bu, yoksa ''insan'' daha az insan oluyor benim için, daha fazla robot, daha fazla makine, ve bu yüzden daha basit...  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder