14 Ekim 2010 Perşembe

ALDIM VERDİM BEN SENİ YENDİM!

Geçenlerde TV’de öyle sabun köpüğünden bir şeyler izliyordum ki, son derece etkileyici bir diyalogla karşılaştım! Sonuçta ne öyle fazla psikolojik ne de fazla bilimsel bir altyapısı olmayan bu diyalog, hayatta o kadar bazı yerlere cuk oturdu ki, ‘’bu muhabbet bilimsel değilse, bunun için bilim üzülsün’’ diyerek konuyu bir çırpıda benimsedim.

Bu muhteşem an, iki kişi arasında geçiyordu. Son derece ciddi yakınlık ve ilişki korkusu (fear of intimacy) olan bir kadınla, ondan hoşlanan bir adam, ve adamın kadını bir randevu için ikna etme çabalarıyla geçen bir sahneydi. Şöyle bir bakınca bu kadın da amma kendini naza çekiyor, fıstık gibi adam işte, alt tarafı bir yemek yiyelim diyor derken, kadının adamı başından savma şekli ve adamcağızın inadı nedense benim de ilgimi çekip izlemeye devam etmemi sağladı.

Neyse, uzun lafın kısası, erkek kahramanımız kadının bu cinsel olarak yakın, ancak duygusal olarak soğuk tavrını bir yakınlık kurma bozukluğu teşhisiyle şaak diye kadının yüzüne vurdu! (mecazen canım, gerçekten değil elbet). Bu teşhise son derece sinirlenen kadıncağız, kendini savunmaya geçerek ‘’ben asla yakınlık kurmaktan korkmam, son derece verici bir insanım, istediğim kişiye ‘’vermekten’’ (ciddi olalım lütfen), hiç çekinmem dedi, ama işte o an beni ‘’hah işte ben de herkese bunu anlatmaya çalışıyorum, bakın işte gördünüz mü, yanılmamışım, bakın ben bunu diyorum işte, anladınız mı, bunu söylüyorum…’’ diye zıp zıplatan müthiş yorum erkekten geldi:
‘’Gerçek anlamda yakınlık kurmak, verme becerisi ile değil, alma becerisi ile ilgilidir’’, ‘’vermek sorumluluk gerektirmez, ama almak gerektirir, çoğu insan da bu duygusal sorumluluğun üstesinden gelemediği için almayı beceremez’’!!!

Kendimi bir anda çevremde almayı bilmeyen, beceremeyen hatta bundan ödü kopan insanları düşünürken buldum. Vermenin bu kadar bizim kontrolümüze ve isteğimize bağlı olduğu bir dünyada, güzel bir özellik, ama gerçek ve samimi ilişkiler kurmak  için yeterli bir özellik olmadığını, bunun için istemenin ve almanın çok önemli olduğunu, bir çok defa kişisel ilişkilerde yaşadığımı düşünüyorum. Birisinden bir şey istemenin, samimiyeti ve güveni ne kadar beslediğini ve ancak ilişki korkusu olmayan insanların bunu becerebildiklerini görüyorum.


Aynı zamanda, vermek bizi başkalarından daha güçlü ve üstte bir konuma koyarken, istemek veya almak karşımızdaki kişiyi yüceltir. Onun bize verebileceği bir şeyi olduğunu kabul ederiz. Gerçek değeri karşımızdakine böyle veririz. Kendimizi bir şekilde ona emanet ederiz. Bunu da ancak gerçek anlamda samimiyet ve güven duyduğumuz insanlarla gerçekleştiririz. 

Şöyle bir düşünün bakalım, hayatta kaç kişiden korkmadan, gocunmadan, gönül rahatlığıyla, ezilip büzülmeden bir şey isteyebiliyorsunuz?
Ya da kaç kişi, hayır cevabını göze alıp sizden bir şey talep edebiliyor?

Elbette ki bütün bunların arkasında reddedilmenin korkusu yatıyor. En ufak bir hayır’ı kabullenemeyecek kadar benliğimizin derinliklerinde oluşan delikler ile talep edebilmeyi bilmiyoruz, bir de üstüne üstlük bunu bir çeşit düşüncelilik, karşı tarafa değer verme, onun bireyselliğine saygı duyma gibi son derece siyasi doğru (political correct) bir kulpla doğrulamaya çalışıyoruz.

Oysa dengenin, istemenin özgürlüğü, hayır diyebilmenin samimiyeti ve eğer ilişki kendiliğinden özelse, vermenin keyfi  arasında bir yerlerde olduğunu bilmek, bir TV kanalında, hiç ummayacağınız bir dizinin, hiç ummayacağınız bir sahnesinden neler neler öğrenebileceğinizi gösteriyor. Ben demiştim zaten!

1 yorum:

  1. Bu yazın bana geçenlerde Filmekimi'nde izlediğim bir filmi hatırlattı yeniden. Jack'in Kayık Gezintisi (Jack Goes Boating)'ydi filmin adı. Vizyona girer mi bilmem ama bir şekilde bir yerlerden bulup izlemeni tavsiye ederim.

    Bu alma-verme meselelerini iki uç(!) karakter üzerinden öyle güzel, samimi bir dille işlemiş ki film hayran kaldım. İnsanlarla ilişki kurma problemi yaşayan iki insanın birbiriyle iletişim kurma çabası, tam da bu bahsettiğin şeyler üzerinden yürüyerek anlatılmış.

    Şöyle kocaman sipsivri bir iğne olsa da bütün şişik egoları patlatıversek ne güzel olacak aslında:)

    YanıtlaSil