12 Ekim 2010 Salı

MEYVELİ BİR HAYAT MOLASI...

Muz gibiyim şu aralar, hiçbir yere değesim yok! Şimdi bu ne demek diyeceksiniz ya, ben de ruh halime başka bir açıklama getiremediğim için böyle langadanak konuya girdim. Muz kendinden başka bir şeye değdiği anda kararmaya başlar, o yüzden muz alırken en ortalardakini seçersiniz, daha taze, daha diri ve sarıdır. Kenarda köşede, tezgaha değen muzlar ise kararmaya başlamıştır. Ben de tezgaha değen muzlar misali, bir şeylere dokunup değmeden, -eh biraz kafa çalıştırırsak mecazi ve ruhani anlamdan sözettiğimi anlamışsınızdır – yaşamak istiyorum şu aralar. Değdikçe bir kararma bir bozulma durumları var ruhumda.

Kimseye değmemenin güzel tarafları var elbet. Bir çeşit dahil olmama, her şeyi dışarıdan gözlemleme durumu. Dolayısıyla hiçbir şeye dahil olmayan hiçbir şeyden etkilenmez ve pek tabi ki hiçbir şeyden de sorumlu olmaz. Hayatın bu kadar kıyısında olmak aynı zamanda biraz da hayatı kaçırmak ama, sorumluluk olmaması da ayrı bir rahatlık. 

Kimseyle ilişkilenmeyince ister istemez kaçıyor hayat. Çok da umurum değil şu sıralar hayatı yakalamak. Geçici bir süre için durup beklemek ve sadece izlemek aslında çok da iyi gelebilir. Ama insan bir rehavete kapılmaya görsün, ilişkilenmedikçe sorumsuzlukların rahatlığı bir o kadar çekici gelmeye başlıyor. O zaman ruhunu kapatanları biraz daha anlayabiliyorum. Kimisi bir hayal yaratıyor ve sadece o hayalin içinde kalmak adına kimseyi içeri almıyor, kimisi ise duygu cimrisi, içindekini paylaşmaktan ödü kopuyor, bazısına da ‘‘allah’’ vermemiş diyelim geçelim, çok kurcalarsak Freud ve avanesi pencereden el sallamaya başlıyor.

Neyse ki benim ilişkilenmeme  durumlarım çok da uzun sürmez, yani uzun süreliğine muz modunda kalmayı düşünmüyorum. Vıcık vıcık çilek hallerinden gına geldiği için olsa gerek bir süreliğine meyve halimi değiştirmek istiyorum. İnsan zaten bir uçtan diğerine savrulmadan dengesini bulamıyor. Zaten işin en keyifli tarafı, şu tahtıravalli misali hayatta, bir yukarı bir aşağı giderken arada, saniye bazında yakaladığımız dengenin farkına varıp tadını çıkarabilmek. Ya hep ağır çekip oturan olsaydık da, çakılı kalmış olduğumuz noktada zamanımızı doldursaydık? Veya hep tepede kalıp, tepeden gördüğümüz dünyadan bir şey anlamasaydık? İnsanların gözlerine bakmayarak kaçırdıklarımızın hesabını kim tutabilir ki...



1 yorum:

  1. Çok hoşuma gitti bu benzetme:) Ve 30 yıllık şu zahir ömrümde bir manav dükkanının tüm tezgahlarında dolaşmış olduğumu farkettim:) Hala da dolaşıyorum. Bu aralar neyim diye düşünüyorum şimdi. Buldum.. Elma! Şöyle semsert, kütür kütür supsulu bir elma. Akmayan kokmayan, kendinden emin, sert, ama lezzeti yerinde gıcır gıcır parlamış bir elma:)

    YanıtlaSil