4 Nisan 2011 Pazartesi

BAŞKASININ MUTLULUĞU

 Bir arkadaşım bana beklentiler olmadan vermek gerektiğini, beklentiyle yapılan şeylerin bir değeri olmadığını söylemişti. Bense beklentinin her zaman her ilişkide varolduğunu, sorunun beklentilerin tanımlamalarıyla ilgili olduğunu savunmuştum. Kim haklı kim değil, ya da hangimiz doğruyuz, çok da önemli değil; son zamanlarda,  her ilişkide, asıl değer olanın, karşındakinin mutluluğu ile mutlu olmayı becerebilmek olduğunu düşünüyorum. Çok basit gibi görünse de, aslında ilişkilerde o kadar eksik bir şey ki bu!

Kimisi bir şey yaparken mutlu oluyor ve bunun yaptığı şeyin hedefi/amacı olan kişi veya kişileri de mutlu ettiğini sayıyor. Bu yolun yarısına kadar gelip geri dönmek gibi bir şey.
''Canım çukulatalı pasta yemek istiyor, diyor adam sevgilisine, sevgilisi koşarak dışarı çıkıyor ve karamelli pastayla dönüyor. ''Bak sana karamelli pasta aldım'' diyor. ''Ay ne iyi düşünmüşsün hayatım, beni düşündüğün için sağol, ama ben çukulatalı istemiştim ya, hani?...'' diyor, öteki de ''ama ben çikolatalı, değil karamelli seviyorum'' veya '' çikolatalı pasta satan yer uzaktaydı oraya gidemem, başka uğraşlarım var'' diyor. Bu sadece sevgililerin değil arkadaşların arasında da oluyor. Adına da ''kişisel tercihlerimize saygı'' deniyor. Gerekeni yaparım ama bana uyduğu kadar misali. Böylece kimseye söyleyecek söz kalmıyor. ''Ne verirsem onunla yetin, fazlası benden beklentiye girer, kimsenin benden bir şey beklemeye hakkı yok, hem nankörlük yapma, senin için çıktım, karamelli pasta aldım, hiç mi değeri yok yani''...Biçimsel ilişkiler böyle başlıyor, karşı tarafı gerçekten mutlu etmek üzere değil, dostlar alışverişte görsün misali...
Oysa birini gerçek anlamda mutlu etmenin mutluluğunu hissedebilmek başka bir şey.

Bazen çocuklarımızı onların olmak, bizimse olmamak için yüz takla atacağımız yerlere götürürüz. Biz sıkıntıdan patlayıp saatleri sayarken, onlar mutluluktan uçar. Onları mutlu etmenin mutluluğu da sıkıntıyı dengeler. Onlara oyuncak alırken verdiğimiz parayı, o garip metal, tahta, plastik abuk sabuk parçalara vermeyiz, çocukların mutluluğuna veririz.
Bazen sevdiğimiz bir insanı mutlu etmek için kendimizi sıkıntıya sokabiliriz, bu sıkıntı o insanın mutluluğu ile son bulur. Bazen birisi ''benim sıkıntım senin mutluluğunu sağlayacaksa bu bana haksızlık değil mi'' der. Tam da bu yüzden bizler birbirinden ayrı, ihtiyaçları ve mutluluk kaynakları birbirinden farklı insanlar olduğumuz için, bunu karşılıklılık ilkesiyle çözeriz. ''Bugün sen mutlu ol benim için, yarın ben, bazen sen, bazen ben, çünkü hep aynı değiliz, üstelik belki benim için yapacağın bir şeyde yeni bir güzellik keşfedersin, belki ben senin için bir şey yaparken bambaşka bir duyguyu tadarım.'' Ama bunu haksızlık olarak gören kişi asla taviz vermez, karşıdan açıkça taviz de istemez, ama yine de veren kişilerin adımlarıyla ilişkiler yürür, çünkü ilişki tanım icabı karşılıklı varoluştur, taaa ki, bir gün, karşılıklılık ilkesinin işlemediği iyice anlaşılana kadar.

Bu öğrenilen bir şey, küçükken ailemizde ve yakın çevremizde öğreniyoruz başkalarını mutlu etmekten mutlu olmayı. Bazen de bunu hiç öğrenemiyoruz. İnsanlarla ilişkilerimizi sorumluluklarımızı yerine getirmek, görevlerimizi yapmak hatta onları üzmemek olarak tanımlayıp bırakıyoruz. Bir sonraki adıma geçip, bir de mutlu etmeye çalışmak, genellikle bu öğrenme sürecinde eksik kalıyor. Buna çoğumuz pek de ihtiyaç duymuyoruz, hatta iyice bireyselleşen dünyamızda, ''herkes mutlu olmak için kendi kendine yetmeli kardeşim'' gibi kılıflarla da, eksik öğrenilmişliğimizi doğruluyoruz. Oysa mutlu edilmeyi bir ihtiyaç değil de, bir güzellik olarak tanımladığımızda, yerlere göklere sığdıramadığımız hümanizmimizin bir anlam kazanacağını unutuyoruz.

Bazen de mutlu etmenin mutluluğunu sadece sevgiliye yönelik hissediyoruz. Ama bunun da bizi tanımlayan bir kişilik yapısı değil de, bir haz hali olduğunu unutuyoruz. Bize bu vericiliği sadece bir kişiye yönelik yaptıran şeyin, o kişiden bireysel aldığımız haz ve o hazzı kaybetme korkusu olduğunu itiraf edemiyoruz. Oysa birilerinin mutluluğu için kendi mutluluğundan bazen vazgeçebilmek, ancak bir kişilik özelliği olduğu zaman anlam kazanıyor, sadece bir kişiye yönelik olduğunda ise olsa olsa bilinçli veya bilinçdışı bir strateji oluyor. Tüm stratejiler de sonuçta içselleştirilmemiş, biçimsel davranışlar oldukları için maalesef samimi olamıyor.

Hep yetinmeyi öğrendik tüm ilişkilerde, minimumlar tuttuğunda yeterli demeyi öğrendik. ''İyi insan, kötülük yapmaz, üzmez vs...'' eh, bunlar da yeterli deriz. Bu, yaşadığımız toplumdan mı kaynaklanıyor, yani şiddet, adaletsizlik, terbiyesizlik ve eğitimsizlik öyle korkutucu ve yaygın ki, tüm ilişkisel ihtiyaçlarımızı minimum standartlarda tanımlayarak yetinmemizi mi sağlıyor acaba? Bir koca aldatmıyor diye, bir dost doğumgününüzde mesaj atıyor diye, bir anne dövmüyor diye, bir baba eve ekmek getiriyor diye, bir arkadaş arkanızdan iş çevirmiyor diye yeterli mi oluyor? Yoksa daha fazlasını isteyerek nankörlük mü etmiş oluyorsunuz? Birilerinin sizi mutlu etmekten mutlu olmasını beklemek çok büyük bir ilişki lüksü mü oluyor?
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder