20 Nisan 2011 Çarşamba

DERRIDA İLE AŞK SOHBETLERİ:))

Bir arkadaşım facebook duvarında, Jacques Derrida'nın aşk üzerine bir röportajını paylaşmış. Kendi adıma aşk üzerine düşündüğümde hep sorduğum bir soruyu, Derrida'nın ağzından dinleyince, malum tarafım tavana vurdu diyebilirim. Şimdi Derrida'dan başlayıp, bir tarafından devam edersen, bu yazı nasıl bir gidişatla sürecek diye düşünenler ve endişelenenler olabilir, ama hayat çelişkilerle dolu, bu kadar kusur kadı kızında da bulunur vs. gibi ipe sapa gelmez genellemelerle lafı ağzınıza tıkabilirim! Her ne kadar son derece saygın bir filozof ve onun yorumları hakkında bir yazı olacaksa da bu, sonuçta dönüp dolaşacağımız nokta, nacizane konu hakkında benim düşüncelerim olacak pek tabi ki!
Bir gün Derrida amcamıza soruyorlar, ''Aşk'ı anlatır mısınız'' diye. Adamcağız önce biraz boş bakıp, karşısındaki kişiye, muhtemelen ''bu kadıncağız önce bir soru sormayı öğrense ne güzel olur'' edalarıyla, ''böyle soru olmaz Amy'ciğim, ben bu kadar genel bir cevap veremem, ben filozofum yani, kapiş!!!, bana daha spesifik bir soru sor, canına kurban olayım'' diyor. Adının Amy olduğunu öğrendiğimiz ablamız, ilk taarruzu atlatmanın güveniyle, ''yani'' diyor, ''bunca yıldır filozoflar aşk konusu ile ilgili konuşuyorlar, sizin düşünceleriniz neler?''. Adamcağız aynı çaresizlikle, bu sefer fransızcada sıkça kullanılan geçiştirme ve bocalama ünlemlerini sıralamaya başlıyor, ''eh, ben, ööö, kua, uu, ....'' Amy vazgeçmiyor ve dinlerken sıradan bir fani olarak benim de anlamadığım, ''Platon şunu demişti...'' vari bir atakla şansını zorluyor. Derrida anlıyor ki, karşısındaki kadınla felsefi bir dialog kurması pek mümkün olmayacak, sazı elime alayım da konuya bir yerden dalayım bari diyerek, beni tavana yollayan cümleyi ediyor. ''Aşktaki esas soru kim/ne sorusudur''.

Hala yazıya bön bön bakanlar için daha detaylı açıklama geliyor, hiç merak etmeyin, Derrida diyor ki, aşk bir kişinin salt varlığına mı, yoksa o kişinin temsil ettiği özelliklere mi duyulur? Bir insana ''o'' olduğu için mi aşık oluruz, yoksa ''akıllı, esprili, düşünceli, hain, ukala, iyi kalpli, bonkör vs'' olduğu için mi? Çünkü Derrida'ya göre bu aslında felsefenin varlıkla ilgili temel sorusuyla aynı. Varlık bütün özelliklerinden bağımsız bir öz müdür, yoksa varlığı varlık yapan onun özellikleri midir?
Aşkı kişinin özelliklerine göre varedenler, bu özellikler değiştiğinde aşkın da yok olduğunu kabul etmek durumundadırlar. O zaman bir adım ileriye giderek şunu diyebiliriz belki. İnsan değişen bir organizmadır. Zaman içinde hem fiziksel olarak, hem de psikolojik olarak değişir, değişebilir. Bu durumda aşk nesnesi asla stabil olmayacaktır. Özelliklerine aşık olunan kişi değiştiğinde, aşk ta bitecektir. Bunu çoğu insan için şöyle de ifade edebiliriz. İnsanlar için diğerinde varolan özellikler neden önemlidir? Buna en mantıklı yanıt, bu özelliklerin kendilerini beslemesi ve nihayetinde mutlu etmesi olarak verilebilir. O zaman aynı mantık çerçevesi içersinde diyebiliriz ki, kişiyi mutlu eden diğerinin özellikleri değiştiğinde, yeni özellikler kişiyi mutlu etmezse, bundan türeyen veya tanımlanan aşk da biter.
Burada sözünü ettiğimiz aşk, Derrida adına konuşmak ne haddime ama, sanırım o da anladığım kadarı ile aynı fikirde, insanın her an yüreğini hoplatan, adrenalinin tepeye vurduğu, insanı delirten aşk değil elbet. Aşkın patolojisi olarak tanımlayabileceğimiz ve aşkın bazı evrelerinde yaşanan bu durum, her an doruk noktada yaşanmaz; yoksa buna zaten biyolojik olarak kalbimiz dayanmaz. Burada sözünü ettiğimiz elbetteki romantik sevgi, aşkın durulmuş sakin hali. Ama elbette bunu kardeşvari bir sevgiyle de asla karıştırmamak gerekiyor. 
Kişinin öz varlığına duyulan aşk ise değişime bağlı değil. En azından aşkın nesnesinin değişimine bağlı değil. Burada mantık zaten baştan devre dışı kalıyor. Bu biraz insanın kendi içinden ürettiği bir sevgi. Bu, bana kişinin kendi becerisi gibi geliyor. Karşı tarafın salt varlığından aşk üretmek hiç de mantıkla açıklayabileceğimiz bir şey değill. Zaten bu noktada aşk bir alış verişten farklı bir yaşam felsefesine dönüşüyor. Daha da soyutlaşıyor. Kendini birine adamak, koşulsuz sevmek gibi kavramlar, bu noktada anlam buluyor. Kendini sevmek gibi, gerçek anlamda bir olmak gibi. Ancak gerçek anlamda aşkın nesnesiyle bir olunca insan salt öze aşık olmanın ne demek olduğunu deneyimleyebilir.
İstisnalar çok olsa da, çocuklarımıza duyduğumuz sevginin koşulsuzluğu, gerçek anlamda kurabildiğimiz birlik duygusunun yansıması aslında. Bu duyguyu sadece biyolojik olarak açıklamak ne kadar doğru bilemiyorum, çünkü bu duygunun kişinin kapasitesi ve becerisi, iç gücü olduğuna inanıyorum. Bir maneviyat gücü de diyebiliriz buna. Aynı güç, koşulsuz tanrı aşkını da içinde barındırıyor. Korku, ceza vs. gibi dinin getirdiği toplum kurallarından arınmış bir inanç, kendini, varlıkla bütünleşmiş bir tanrı inancı ve ona ait koşulsuz bir sevgi ile gösteriyor. Son derece mistik bir bakış açısı olsa da, hayatını bir aşka adayan mistiklerin hiç bir beklenti içine girmeden koşulsuz sevmeleri ancak bu şekilde açıklanabiliyor. Belki de kendimizi koşulsuz sevebilecek kadar duygusal ve ruhsal beslenebiliyorsak hayattan, birilerini de koşulsuz sevebilecek duruma gelebiliyoruz. Aşkın mutlu olma ve mutlu etmekten ibaret olduğunu kabul etmek ve kişiyi salt o olduğu için sevmek gerçekten çok az insanın yakalayabildiği bir olgunluk seviyesi.
Görüldüğü üzere, her ne kadar bilimsel olarak birbiriyle her an çarpışan! nöronlardan ibaret bir sistem olduğumuza inanan biri olsam da, yaşamın bir kültür kurmadan devam etmesini de, kendi adıma doğru bulmuyorum. Ancak bilincimizle sınırlı organizmalarız, ama küçük çocuklara masal anlatmak onları mutlu etmek için ne kadar önemli ve sağlıklıysa, aşkı da, tüm de mistisizmi ile yaşamak da, o kadar yararlı ve insani bence.  Nasıl sanat bir ifade yöntemiyse kendimiz için, aşkın da bu şekil bir ifade yöntemi olduğunu, nasıl para kazanacağım diye sanat yapılmazsa, ''bana bunu veriyor'' diye de aşık olunamaz olduğunu düşünüyorum.
Derrida işin felsefi boyutundan uzaklaşmadan ''varlık'' nedir, sorusuyla aşka ait çok güzel açıklamalar veriyor. O sorusuna, aşkın ''öz''e mi, yoksa ''özelliklere'' mi ait olduğuna veya olması gerektiğine dair bir yanıt vermiyor, genelde filozofların yaptığı gibi problemi ortaya koyup tartışıyor. Ben bir filozof olmadığım için, sıradan bir insanın fütursuzluğuyla soruya cevaplarımı da gördüğünüz gibi taaaak diye veriyorum. Bunlar benim cevaplarım elbet, herkesin kendi cevabı, kendi aşkı, kendi soruları, kendi inancı kendine diyelim, koşulsuz sevenlere saygılar efendim:))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder