16 Eylül 2010 Perşembe

SIRA GELDİ ''BAŞ BELASI'' DUYGULARA!:)

Son yazımda duyguyu anlatmaktan söz etmiştim. Tabi ki buna hazırlanmak bayağı zaman aldı. Duygu davranış ve düşünce süreçlerinin heryerinde derken aslında çok da abartmış olmuyoruz. Çünkü genel kanının aksine bu süreçlerden farklı bir mekanizma ile çalışmıyor duygu. Kısaca herşey aynı beyinde, aynı sinir bağlantıları ile oluşuyor; sadece beyinde konumlandırıldıkları bölgeler biraz farklı. Bunu da bazı bölgesel beyin hasarları sonrasında (prefrontal lobe dediğimiz bölge) duygu yoksunluğunun gözlemlendiği vakalarla biliyoruz.

Derdim bu mekanizmaları anlatmak değil aslında. Bu mekanizmalara ait yanlış bilgilerimizin bizi götürdüğü çıkmaz yolları anlatmak.
Çünkü bir grup insan duygularımızı ruh dediğimiz ayrı bir soyut varlık bünyesinde konumlandırıp, bunları kontrol edilemez, ne geldiği ne gittiği yer belli olmayan hayaletler gibi görmeyi tercih ederken, diğer uçtakiler ise bunları düşüncenin oluşabilmesi için beyinde gerçekleşen sinirsel iletişimin ''maalesef'' varolan kimyasal yan etkileri olarak açıklamayı tercih ediyor.
Bağırsaklarımızda hazım için çalışan ve gerekli olan bakterilerin ürettiği ''gaz'' gibi yani. (Bir gün duygu ve gaz benzetmesi yapacağımı söyleseler onlara gözlerimi devirip şöyle bir tepeden bakardım herhalde)

Tabi ki referansımız bilim olduğuna göre bu iki bakış açısı da doğru yerine oturmuyor.
İlk grubun yanılgısı yine bölgesel beyin hasarlı hastalar üzerinde yapılan araştırmalarla kanıtlanıyor. Yani çok açık ve net olarak duygular soyut muğlak nitelikler değil.  Çünkü beyindeki doğal veya bilinçli biyolojik ve kimyasal müdahaleler ile duygular üzerinde değişiklik yapılabiliyor.

İkinci grubun yanılgısı ise olguları işleyiş ve süreç olarak açıklayıp, sonuçları kaale almamak olarak karşımıza çıkıyor. Yani duyguları ve hisleri bilişsel ve sinirsel açıdan somut olgular olarak tanımlamak kesinlikle onların güzelliğini veya korkunçluğunu azaltmıyor, sanattaki konumlarını önemsizleştirmiyor, kendilerini bayağılaştırmıyor, ya da ürettikleri çözümlerin değerini azaltmıyor.

Duygularımızın beyinde çıkış noktası olarak konumlandıkları bölge, her türlü yaşamsal deneyimin yer aldığı, yaşamı insan farkındalığı ile algıladığımız ve değer ürettiğimiz bölge aynı zamanda. Burada meydana gelen bir hasar tüm karar verme süreçlerimizi etkiliyor. Bu karar verme süreçleri, insanı bir organizma olarak kabul edersek, bu organizamanın varlığını koşullara en uygun şekilde sürdürmesini sağlıyor. Çünkü karar verme mekanizması, çok seçenekli bir durumda, verilecek karar sonrasında, beynimizdeki düşünce sisteminin harekete geçerek, sonrası ile ilgili imgeleri, zihnimizde canlandırması ile gerçekleşiyor.
Yani varsayalım bir karar vereceğiz. A kararı verirsek işimizde çok büyük bir başarı elde edeceğiz, ama bir arkadaşımızın kalbini kıracağız ve onun arkadaşlığını kaybedeceğiz, B kararını verirsek de arkadaşlığımız zarar görmeyecek ama büyük bir kariyer imkanını kaçıracağız. Aklımız bu iki seçenekte bir sürü imgeyi proseslemeye başlıyor. Ama olaylar her defasında bir ağacın dalları gibi farklı olasılıklara ayrılıyor. Yani duygudan arınmış tamamen rasyonel bir mantık, her iki karar içinde karşımıza inanılmaz sayıda olasılık imgesi çıkarıyor ve bu imgeleri hayattaki daha önceki tecrübelerimiz ve bilişsel donanımımız sayesinde istatistiksel olarak da değerlendirmemiz gerekiyor. Tabi ki bu süreç tıkanıyor. İnsan hayatının böyle bir zamanı yok. Duygusal alana yönelik beyin hasarı gözlemlenen hastalardaki en büyük problem yetkin karar verememe durumu oluyor.

Oysa devreye giren duygular bize bu olasılık imgelerini eleme yardımında bulunuyor. Karar verme sürecinde beynimizdeki imgelerin bizde yarattığı his, hangi yönde gideceğimizi belirliyor. Mutsuz olacağımızı hissettiğimiz noktada daha derin bir prosese girmeye gerek kalmıyor. Bu yüzden de duyguların aktif olduğu insanlar görece daha hızlı karar veriyorlar.
Yani duygularımızı yabana atmamak gerek onlar bizim en büyük rehberimiz aslında. Sezgi dediğimiz şey de son derece otomatik ve hızlı bir şekilde duyguların imgeler üzerindeki etkisinden ibaret. Bu nedenle büyük kaşiflerin ve bilim insanlarının sezgileri çok kuvvetlidir. Gereksiz olanla vakit kaybetmemeyi becerip bazen ''kalbinin sesini!'' dinleyen bu insanlar başta mantıksız gibi görünen bir çok seçimi yaparak inanılmaz keşifler yapabilmişlerdir. Onları en az onlar kadar çalışan diğer biliminsanlarından ayıran ve farklılaştıran da budur.
Bizim sıradan hayatımızda da bir çok kişiye ve hatta bize mantıksız ''irrasyonel'' olarak görünen ama kişisel sezgi ile verilen kararlar, sonrasında büyük mutlulukları beraberinde getirebilmektedir.

4 yorum:

  1. Güzel yazı olmuş bence...

    Biliyor musun ?

    Bu insanlar için başta mantıksız gibi görünen o seçimleri yapmak çok kolaydır, zor olan diğer insanların bu seçimlere gösterdikleri tepkileri anlamaktır :)

    Kolay gelsin :)
    Gülçin

    YanıtlaSil
  2. eh tabi onlar bu mantıksız seçimlere sebep olan hisleri bilmiyorlar da ondan! Buna biraz vakıf olanlara ''empatik'' diyoruz zaten:)
    sevgiler, Ayşen

    YanıtlaSil
  3. nacizane bir duzeltme: duygulari kontrol eden alanlar limbic sistem ve amygdala, yani beynin cok daha alt duzeydeki primitif bolgeleri. prefrontal cortex, beynin dusunen, duygulari "inhibit" eden, karar veren vs. tarafi.

    YanıtlaSil
  4. Meltemcim,
    Güney California Üniversitesi David Dornsife Kürsüsünde Sinirbilim, Nöroloji ve Psikoloji Profesörü olan Antonio Demasio'nun ''Descartes'ın Yanılgısı - Descartes Error'' adlı kitabında prefrontal korteksteki tümör veya travma kaynaklı hasarlar sonrasında ortaya çıkan duygu bozuklukları ile ilgili çalışmalarına dair bir çok örnek bulunmakta.
    Zaten Damasio bu araştırmaların sonucunda bu bölgede niye bu bozuklukların olduğunu araştırırken bölgenin aynı zamanda bir çeşit duyguları dinleme istasyonu olduğu sonucuna varıyor. Bu istasyondaki bozukluk, duygusal davranış bozukluklarına da yol açıyor. Bu kadar detaylı yazmadım sıkıcı olur diye, kısaca sonucu iletmek istedim. Bu bölge karar verme sürecinde, duygusal inputları prosesleyemediği için duygu bozuklukları ya da yokluğu diyelim, gibi bir sonuç çıkıyor. Yoksa duyguyu üreten burası demek istemedim. Kısa kestiğim için yanlış anlaşılmış olabilir. Bu arada kitabı tavsiye ederim.
    Çok öpüyorum, bu yorumlar beni keyiften uçuruyor, sevgiler:)

    YanıtlaSil