29 Eylül 2010 Çarşamba

HAYATA GÜVENMEK

Küçükken an tutmaca diye bir oyun oynardım.  Benim için çok özel olduğunu düşündüğüm bir anın farkına varıp, onun tadını çıkarırcasına, beynime kazırcasına, ya da ondan kopamamacasına ‘’bu duyguyu, bu anı hiç unutmayacaksın!’’ diye kendi kendime mırıldanıp, o anı bir resim gibi hafızamda bir duvara asardım. Bu resimler, duvara bakınca bomboş durmayacak kadar çok, ama duvarda her biri net bir şekilde ayırt edilebilircesine de az oldu. Onlar benim tuttuğum anlardı. Topu topu 4 taneydi.
İlkini tuttuğumda 6 yaşımdaydım. İlk gerçek arkadaşlarımdan ayrılırken,  evimizin balkonundan onların gidişini seyrederken.  Bana hoşçakal demek için uğramışlardı. Ertesi gün taşınıyorduk. Birinin adı Türkan, diğerinin Kemal’di. İkisi de benden 2’şer yaş büyüktü. Onlar okuma yazma biliyorlardı ben bilmiyordum. Okula gittikleri için benden çok daha fazla şey biliyorlardı. Ama yine de benle oynamayı seviyorlardı. Bu benim için çok önemliydi. İçten içe Kemal’e biraz da aşıktım sanki. Oysa onun gözü Türkan’dan başka hiçbir şey görmüyordu. Bense Türkan’ı deli gibi kıskanıyordum. Sadece Kemal ona aşık diye değil, daha doğrusu o tarz bir kıskançlık değil. Bir türlü hayranlıkla beraber bir kıskançlık. Onun gibi olmak istiyordum. Onun sevdiği şeyleri seviyor, onun gibi giyinmek istiyordum. Hatta bir gün, onun odası pembe diye, tüm evimizi pembeye boyatmak için saatlerce anneme ağlamıştım. Kemal ise esmer, gözlüklü ciddi bir çocuktu. Tam bir ağabey’di. Biraz her şeyi bilirim tarzı, biraz da ben seni her şeyden korurum tarzı. 
Kimbilir şimdi nerededirler, neler yapıyorlardır. Onları son görüşüm, o balkondan arkalarından bakıp ağlarken oldu. O anı tutmuştum. Hiç unutmayacağım diye kendime söz verdim. Bu anı hiç unutmayacağım. Ve hiç unutmadım. Bugün niye benim için bu kadar özeldiler hala açıklayamıyorum. Belki de ilk yaşadığım bilinçli ayrılış olduğu içindir. Ama bu sadece tahmin. Ondan sonra bu an tutma işi devam etti ve benim hafızamdaki iki tane yan yana yürürken geri dönüp bana el sallayan çocuk resminin yanına başka bir kaç resim daha eklendi.
Son tuttuğum anı anlatmak istemiyorum ama 6 yaşında ne hissettiysem aynı yoğunlukla tutmuştum onu da. Güzel bir resim olarak astım hafıza duvarıma. Bundan sonra kaç tane daha tutarım bilmiyorum. Bunun mutlu olmak veya özel bir gün veya an yaşamakla ilgisi yok. O anı, tutulmaya değer ne yapıyor hiçbir zaman bilemedim. Çünkü ne en mutlu olduğum, ne de en mutsuz olduğum zamanlardı onlar. Tek bildiğim hayata güvendiğimi hissettiğim zamanlardı.
O arkadaşlarımdan ayrılırken 6 yaşında bir çocuk olarak bir sürü arkadaşım olacağını, hepsiyle bir çok şey yaşayacağımı biliyordum.  Oradan ayrılmamak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Ama hayata güvenmek, bana yeni arkadaşlar, yeni Türkan ve Kemal’ler getireceğine inanmak gerekiyordu.
Bir devamlılık, süreklilik duygusu bu devam edecek duygusu!
 Son zamanlarda en çok yapmak istediğim şey bu. Hayata güvenmek. İnsanlara güvenemesek bile hayata güvenebilirsek hayal kırıklıklarımızı tamir edebiliriz gibi geliyor. Bir sonraki tutacağım anı çok merakla bekliyorum.

2 yorum:

  1. cektigin bu resimler, hayata en cok guvendigin anlarin degil de, en kaygan ve o yuzden de guvenmeye en cok ihtiyacin oldugu anlarin olmasin? resimler de bilinmeze yolculukta, stabil, bilinen ve guvenilene tutunma ihtiyaci. belki de hayattaki bu potansiyeli her daim hatirlatmak icin. digerlerini bilmiyorum ama verdigin ornekden oyle gibi geldi.

    YanıtlaSil
  2. belki de haklısın, ama hatırladığım duygu hep bir bitişin burukluğu ama en az onun kadar yeni başlangıçların olacağına dair umutların yarattığı teselliydi. Dolayısıyla resimler dediğin gibi bir güven anına tutunma olabilir, sonrasında gelecek olandan korkmamak adına bir referans noktası da olabilir. Sonuçta yararlandığımız iç kaynaklarımız ne olursa olsun, biraz klişe olacak ama, hayata pozitif bakmak işin özü. ''Hayata güvenmek'' de aslında bunun başka türlü bir söylenişi belki de...

    YanıtlaSil