26 Kasım 2010 Cuma

AŞKIN BİTMEZ TARTIŞMASI...

Konu dönüp dolaşıp yine aşka geliyor...
Dün bir kaç derviş, biraraya gelmiş, bu sonsuz meseleyi yine tartışmış!
Hepsi hayatının yaklaşık yarısını geçmiş!, illa ki aşkı tatmış, ama hepsi farklı anlatmış!
Birincisi demiş ki, aşk basittir ve bir anlık yıldırım çarpmasıdır, gördüğün anda olur ve hayat boyu unutulmaz.
İkincisi demiş ki, aşk duyguların en yücesi, hayatın gerçek anlamı, insan tekamülünün doruk noktası.
Üçüncüsü demiş ki, aşk kimine göre baş tacı, kimine göre başa bela, aradaki yolda sıranmış tüm aşklar, bütün tarifler bir başka...
Dördüncüsü anlatmış, ama kimse anlayamamış... Tıpkı cennetin kapısında bekleyen filozof ve hipopotam misali. Melek demiş ki, bugün bana aşkı en iyi anlatan cennete girmeye hak kazanır, filozof başlamış anlatmaya, ''aşk bir insanın başka bir insana, kendini kaybederek ama düşünerek, hormonların etkisiyle, kimyasalların karışmasıyla ama yazdığı şiirlerin bilinciyle, biraz bilinç, ama biraz sahiplenme, ama üç senede biter diyorlar, ama sonsuz aşk denince bir de platonik var, hani idealize ettiğimiz ama çok basit olan....'' ve melek filozofun sözünü kesip bön bön bakan hipopotama ''hadi yine iyisin, bugün şanslı günün'' demiş!
Körler sağırlar birbirini ağırlar misali geçen tartışma, aşkta dürüstlük nerededir, veya cinsellik aşkın olmazsa olmazı mıdır, veya aşk bir teoridir ve genellenebilir, veya herkesin aşkı kendinedir gibi bir fikir deryası içersinde boğulmadan önce, tutunabilecek bir simitçik arayan tartışmacıların, bir süre sonra, ''sen hiç bir şey bilmiyorsun, hiç aşık olmamışsın!'', ''asıl sen benim aşık olduğum gibi hiç olmamışsın'', ''aman efendim benim sepetimden üç aşk çıktı, bu istridyede inci yakalama misali bir durumdur'' tarzında ifadeleriyle sıkışmış kalmış.
Aşkı yaşamın amacı sayanın da, aşkı hayatından çıkaranın da yokmuş aslında birbirinden farkı. Sonuçta herkes kendi dinini yaşarmış, biri aşktan başka bir şey görmeyerek, diğeri aşkı görmeyerek...Ama hep dini kurallarla, sorgulatmadan, kesin yargılarla ve inandığına olan inaçla.
Aşkı bir kimyasal sürece indirgeyip arkasındaki felsefeyi ve yaratımı görmemekte direnen de, ya da yarattığı felsefenin içinde kendini hapseden de, veya üzerine bir dünya kurulmuş bu duyguyu bir anlık şimşeğe çeviren de, ya da tüm duyguları bir fonksiyon eğrisiyle matematiğe döken de, sonunda, ''aşk bir sudur, iç iç kudur'' noktasında buluşmuş. Ama susuz yaşamın olamayacağını unutmadan kudurmuşlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder