23 Ağustos 2010 Pazartesi

İSTANBUL'A 3.5 SAAT! İNANMAZSANIZ GİDİN ÖLÇÜN:)))

İstanbul'dan yola çıkarsınız, 3 saat sonra İpsala sınır kapısında şansınız varsa yarım saatte, yoksa 2 saatte işlemlerinizi tamamlattıktan sonra, Yunanistan'a geçersiniz. İpsala'ya kadar tabelallarda ''Malkara, Keşan ve nihayet İpsala'' yazılarını takip edersiniz ama sonra ne olduğunu ancak sağda solda mümkünse hiç okunmamak üzere dikilmiş, silik soluk Yunanistan tabelalarını görmezseniz asla bilemezsiniz. Sanki İpsala'dan sonra bir uçurum var, geçince koca bir boşluk hooop, aşağıya düşüyorsunuz, bizden sonrası kıyamet gibi bir durum var yani! Ama hasbelkader kendinizi sınırın öbür tarafında bulduğunuzda, yol boyunca ters istikametteki kocaman kocaman Tupkia ''Turkey'' yazılarını görünce, bu adamlar bizim öbür tarafta olduğumuzun farkındalar da, biz acep onların burada olduğunu anlamak mı istemiyoruz gibi bir soru geliyor aklımıza.
Yaklaşık bir 30-40km gidince ''Aleksandropoulis'', nam-ı diğer ''Dedeağaç''a geliyorsunuz. Cıvıl cıvıl bir şehir, hele akşamları bir sahili var, bir tarafta barlar, restaurant'lar, balıkçılar, cafeler, diğer tarafta deniz ve yine bir sürü masa çevresinde oturmuş ahali, her yerde başka bir müzik, bir keyif bir keyif sormayın gitsin! Hatta tam da burası biraz Akçay, biraz Marmaris biraz Bodrum, biraz Ayvalık hatta Cunda derken, arkadan bir ses duyuluyor, bir de bakıyorsunuz ki, Türk Folklor ekibi şeklinde giyinmiş rum kızları ellerinde kaşıklar, ''hadi ya da benim elli kilo pastırmam, pastırmam, Konyalım yürü!'' diye şarkı söyleyen bağlamacının önünde dönü dönüp duruyorlar...Açıkçası bu iş ne iştir pek anlamadık ama restaurantların çoğunda türkçe mönü bulunması kadar içimizi ısıttı bu olay diyebilirim.
Balık, meze, rakı derken, insan, bizden mi alınma bu yiyecekler yoksa onlardan mı biz gördük tartışmasının, saçmalığın daniskası olacak kadar boş olduğunu düşünüyor. Acaba, ''uzaya çıkılıp, oradan dünyanın fotoğrafları çekildiğinde ve insanoğlu uzaydan dünyaya bakmayı becerebildiğinde bütün sınırlar kalkacak! diye düşünürdüm ama yanılmışım, daha bunun için çoook uzun zaman varmış'' diyen ünlü bilimadamı ve Gaia kuramının(1) babası James E. Lovelock acaba çok mu iyimser? diye düşünmeden edemiyorum. Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır! deyimini üreten bir kültürün evladı olarak, bir dondurmanın acep kaç yıldır vefa borcu diye düşünüp, kendimi beklentisiz yaşamaya her ne kadar hazırlamaya çalışsam da, olamadığını, bu vefa borcunu, bir dahaki gidişimde ellerimde türk lokumları herkese dağıtarak ödemek isteği ile yanıp yanıp tutuştuğumu da eklemeden edemeyeceğim.
Velhasıl, Aleksandropulis güzel yer, hele biraz daha ilersinde ''Fanari'' (Fenerli) diye bir tatil kasabası var. Tepeden tüm Ege'ye hakim bir manzarada yediğiniz balık, taa annemlerin anlattığı boğazda balık hikayelerini ne maddi ne de manevi hiç de aratmıyor. Bir de uçsuz bucaksız sahiplenilmemiş kumsallarda, sadece sizin rahatınız düşünülerek bir kahve veya kola karşılığı yayılmış şezlonglar ve dikilmiş şemsiyeler ile cote d'azur kıvamı bir deniz, tam da girme de yanında yat duygusu veriyor.
Sonuç; üç günlük bir kaçış, niye daha önce bunu yapmadık ki kabilinden iç geçirmeler, acaba buralarda bir ev alabilir miyiz geyikleri ve Enez'i buralara benzetme idealleri... Yani kısaca yemesi içmesi gezmesi güzel de boş muhabbeti de yanına kar kalıyor işte...

1: James Ephraim Lovelock,  (doğum: 26 Tem. 1919) İngiltere'de yaşayan bağımsız bilimadamı, çevreci ve fütürologtur. Kimyasal ve fiziksel çevreyi kontrol ederek, Biosfer'in gezegeni kendi kendini regüle eden bir sistem olduğunu ileri süren Gaia hiptezinin kurucusudur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder