15 Ağustos 2010 Pazar

MİSYONERLİK, SÖYLEM/KARAKTER ÇELİŞKİSİ VE KİBİR

Politik olarak yaşanılan bu süreçleri günlük yaşamımızdaki kişisel ilişkilerde de çok yoğun yaşıyoruz. Birileri bize kendi doğrularını, yaşama biçimini empoze ediyor.
Hayallerinde mutlu olanı uyandırmak, inançlarında huzurlu olanı sarsmak, aşkın biteceğini söylemek, yola sokmak, nasıl yaşanacağını tanımlamak hep birilerinin işi. Bunun arkasında hangi ideolojinin olduğu, hangi söylemin olduğu bir yerden sonra önemini kaybediyor çünkü iş misyonerliğe vardığında, yöntem aynılaştığında içerik önemini kaybediyor.


Bu durumda sorun zihin yapısında, karakter özelliklerinde ve ideoloji öncesi alt kültürde gibi görünüyor. Bu alt kültürün üzerine ister dini, ister solcu, ister sağcı yapılar inşa edilsin, gelinen nokta aynı baskıcı, (yetki gücü, hayat enerjisi, fırsat bulma durumlarına bağlı olarak) mutlak, değişmez düşünme yapıları oluyor...


Bu kişilik yapılarıyla hayatımızda sık sk karşılaşıyoruz. Ancak yanılgımız, onları, ifade ettikleri düşüncenin içeriği ile değerlendirmek oluyor. O düşünce ne kadar hümanist, ne kadar naif ne kadar özgürlükçü ise, kişinin karakteri ile ilgili böyle bir yanılsamaya düşüyoruz. Oysa düşüncenin o kişideki değişmezliği ve direnci bize kişinin karakteri ile ilgli bilgiyi veriyor. Bu noktada ''yobaz dinciler'', ''yobaz solcular'', ''yobaz sağcılar'', ''yobaz liberaller'', ''yobaz hümanistler'' çıkıyor karşımıza. Bunların misyonerlikleri de kendi inandıkları düşüncelere yönelik oluyor tabi ki.


İnsanları değerlendirirken bu yanlışa çok düşüyoruz. Söylemleri karakterle uyuşturarak bir profil çıkarma yanlışlığını yapıyoruz. Oysa, karakter ve alt kültürümüzün ne olduğu, ne kadar özgürlükçü olduğumuzu belirliyor, söylemlerimiz değil. Ve kibir, bu konudaki en önemli engel. Kibirli insanaların ''özgürlükçü'' olmaları artık hiç de inandırıcı gelmiyor.


İdeolojiyi karakter gibi yutturan bir yapıdan geldiğimiz belli. Bütün solcular iyidir, dürüsttür, bütün sağcılar şiddet uygular, kalpsizdir, acımasızdır, bütün dinciler yalancıdır, bütün çevreciler hümanisttir vb. Sanki bütün solcuların insanları seviyor, bütün sağcıların insanlardan nefret ediyor olmaları gerekiyormuş gibi. Oysa birebir ilişkilerde bunun hiç de böyle olmadığını görüyoruz. Değişmek de işte bu noktada önem kazanıyor. Öğrenilmişliklerimizi değiştirmek bize hala hayatı yaşanır kılmaya değer bir amaç veriyor. Bunun ise gerçekte iki düşmanı var;


Biri kibir, diğeri de boşvermişlik. Bunun dışındaki herşey (tembellik, korkaklık vs) değişimin aşabileceği, sadece motivasyona bağlı engeller. Diğerleri içinse maalesef fazla umut beslememek gerekiyor...
Ayşen Özagar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder